KAÇAKÇILIK SUÇUNUN NON BİS İN İDEM İLKESİ VE KAÇAKÇILIK SUÇU İLE İLGİLİ AİHM KARARLARI ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ
‘’Non bis in idem ilkesi’’, kişinin aynı suçtan dolayı iki kez yargılanamayacağı ve cezalandırılamayacağı anlamına gelmektedir. Anayasamızın suç ve cezalara ilişkin esaslarının düzenlendiği 38. maddesinde bu kuralla ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Türk hukukunda non bis in idem ilkesi TCK m.44 ve Kabahatler Kanunu m. 15’te karşımıza çıkmaktadır.
TCK m. 44’e göre kişi işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebep olursa bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır. Örneğin kişi gözlüklü birine yumruk attı ve onu yaraladı. Bu esnada gözlük de kırıldı. Kişi cezası daha ağır olan kasten insan yaralama suçundan cezalandırılırken, gözlüğün kırılmasından dolayı cezalandırılmaz.
Kabahatler Kanunu’nun ‘’içtima’’ başlıklı 15. maddesinde ise bir fiil ile işlenen kabahat için sadece idari para cezası öngörülmüşse, tek bir idari para cezasına hükmedilmesi düzenlenmiştir. Bu da en ağır olan idari para cezası olacaktır. İdari para cezasından başka idari yaptırımlar da öngörüldüğünde ise, o zaman her birinin uygulanmasına karar verilecektir. Yani hem idari para cezası hem de idari yaptırım uygulanabileceği kanunda açıkça düzenlenmiştir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde de tek fiil kabul edileceği düzenlenmiştir. Fiil hem kabahat hem suç sayılıyorsa sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabilir. Eğer suçtan dolayı yaptırım uygulanmıyorsa kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanabilir.
Bu düzenlemelerden çıkarılan sonuç tek fiil için iki ayrı ceza öngörülmüşse ağır olan cezanın verilmesiyle yetinilmesi gerektiğidir. Eğer tek fiil suç ve kabahat olarak değerlendiriliyorsa hem hapis hem para cezası öngörülmesi durumunda, yalnız hapis cezası verilmesinin yeterli olacağı öngörülmüştür. Ancak suçtan dolayı yaptırım uygulanamaması durumunda öngörülen para cezası uygulanabilir.
Türk vergi hukukunda ‘’non bis idem’’ ilkesine aykırılık oluşturan uygulamalardan biri; fiilin hem vergi kaçakçılığı suçu hem de vergi ziyaı kabahati olarak değerlendirilmesi sonucu karşımıza çıkmaktadır. VUK m.359’un son fıkrası ile VUK m. 367 birlikte yorumlandığında kaçakçılığa neden olan fiillerle aynı zamanda vergi ziyaı kabahatinin de işlenmiş olması halinde, kaçakçılık suçundan hürriyeti bağlayıcı ceza verilebilirken aynı zamanda vergi ziyaı kabahatinden de idari para cezası uygulanmaktadır. Başka bir deyişle, VUK’da vergi suçu olarak öngörülen kaçakçılık suçu için hürriyeti bağlayıcı ceza da öngörülmüştür. VUK m.359’da yer alan fiiller için hürriyeti bağlayıcı ceza öngörülmesi, onlara mali nitelikli yaptırımların uygulanmasını önlemez. Yani kaçakçılık suçunda hem mali ceza hem de hürriyeti bağlayıcı ceza bir arada uygulanır. Yani kaçakçılık suçu işleyen kişi hem hapis cezası hem de vergi ziyaı cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu şekilde vergi ödevlisinin vergi suçu oluşturan fiilinin hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmesi nedeniyle ceza mahkemesinde yargılanması, aynı fiil nedeniyle muhatap olduğu mali nitelikli yaptırıma karşı vergi yargısına gitmesini engellemez. Vergi ödevlisinin aynı fiili nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığın bir yönünün vergi mahkemesinde diğer yönünün ceza mahkemesinde ele alınması, ulusal ve uluslararası ceza hukuku alanında genel kabul görmüş “non bis in idem” prensibine yani “aynı fiilden dolayı iki kez yargılama ve cezalandırma olmaz” ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Non bis in idem ilkesi, AİHS’in 22.11.1984 tarihli 7 numaralı protokolünün aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırmama hakkı başlıklı 4. Maddesi’nde düzenlenmektedir. AİHS’te “non bis in idem” ilkesinin düzenlenmesinin amacı hukuk güvenliğinin sağlanması ve mahkeme kararlarına kesin hüküm otoritesinin verilmesidir. AİHM, Gradinger davasında iki mahkeme kararında hukuki nitelendirmeler farklı olsa bile, hüküm aynı fiile dayanıldığı için non bis in idem ilkesinin düzenlendiği bu maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Fischer v. Avusturya kararında ise Mahkeme, idari yaptırıma maruz kalan kişinin aynı fiil nedeniyle, ikinci kez ceza davasında mahkumiyetini olayın özellikleri nedeniyle “non bis in idem” ilkesine aykırı bulmuştur.
AİHM’in Glantz v. Finlandiya Kararında, başvurucunun avukatlık ofisinde gerçekleştirilen vergi denetimi sonucu vergi idaresi, kişinin şirketinden örtülü kar pay aldığı kanaatine vararak vergi tarhiyatı yapmış ve vergi ziyaı cezası kesmiştir. Başvurucu ülkesinde idari yollara ve idare mahkemesine başvursa da iddiası reddedilmiştir. Bir taraftan da başvurucu aleyhine suistimal ve ağır nitelikli vergi kaçakçılığı suçlarından dolayı iddianame hazırlanmıştır. İddianame kabul edilmiş ve kişiye hapis cezası verilmiştir. İtiraz mercilerine başvursa da sonuç alınamamıştır. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ve aynı fiil nedeniyle iki kez yargılandığını ve mahkum edildiğini dolayısıyla “non bis in idem” ilkesine uyulmadığı iddiasıyla tüm yolları denese de sonuç alamamıştır ve hapis cezasını çemekeye başlamıştır. AİHM, 7 Nolu Protokolün 4. maddesinde, kişinin aynı maddi vakıalardan veya çok benzer maddi vakıalardan doğan fiilinden dolayı iki kez soruşturulmasının veya yargılanmasının yasakladığını ifade etmiştir.
AİHM, somut olayda, iki yargılamanın da kaynağının başvurucunun vergi beyannamesini usulüne uygun şekilde vermemesi olduğunu tespit etmiştir. Başvurucu aleyhine iki farklı prosedürün işletildiğini, ikinci prosedür 2008 tarihinde başlatılırken ilk prosedürün 2010 tarihinde kesin hüküm teşkil ettiğini, bu sebeple iki prosedürün de 2010 tarihine kadar derdest olduğunu, ancak ilk prosedür kesinleştikten sonra ikinci prosedürün durdurulmadığını ve 2011 tarihinde kesin hüküm teşkil ettiğini, böylece başvurucunun aynı fiilinden dolayı birbirinden farklı iki yargılama sonucunda iki ayrı cezaya mahkum olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme, somut olayda ne bis idem ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM, Bayan Lucky Dev başvurusunda da yine aynı şekilde değerlendirmelerde bulunup paralel bir karar vermiştir.
VUK M. 359’DA YER ALAN KAÇAKÇILIK SUÇU DÜZENLEMESİNİ KURAL VE ÖNGÖRÜLEN YAPTIRIM İLE ULAŞILMAK İSTENEN AMAÇ ARASINDA MAKUL BİR DENGE KURULMASINI ÖNGÖREN ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
‘’Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik” başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını, “orantılılık” ise başvurulan önlem ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.’’
Ölçülülük ilkesi özellikle temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında göz önünde bulundurulması gereken ilkelerden biridir. Vergi uygulaması da aslında pek çok temel hak ve özgürlüğe sınırlama getirdiği için, vergilendirme yaparken ölçülülük ilkesine riayet edilmesi oldukça önemlidir. Vergi hukukunda ölçülülük ilkesi, vergi politikası kapsamında getirilen düzenlemeler ve alınan tedbirlerle ulaşılmak istenen amaçlar arasında makul bir ilişkinin bulunması olarak tanımlanabilir.[1] Kamu harcamalarına gelir elde etmek için kullanılan bir araç olarak vergi bu amaca elverişli, gerekli ve orantılı olmalıdır. Ölçülülük ilkesi, sadece mali yükümlülüklerin konulması aşamasında değil, vergilendirmenin tüm aşamalarında dikkate alınmalıdır. Bundan dolayı ölçülülük ilkesi, vergi ceza hukuku açısından da geniş bir uygulama alanına sahiptir. Vergi ceza hukukunda öngörülen yaptırımların, ceza uygulaması yoluyla ulaşmak istenen amaçla orantılı olması gerekir. Eğer hapis cezası veya idarî para cezası şeklinde uygulanan vergisel yaptırım, amaçla orantılı değilse, diğer bir ifadeyle ceza muhatabı açısından katlanılmaz bir yük oluşturuyorsa, ölçüsüz olarak değerlendirilmelidir.
VUK m. 359’da yer alan kaçakçılık suçunu ayrıntılı olarak incelemiştik. Bunun ölçülü olup olmadığını incelediğimiz zaman burada bir gizleme suçundan söz ediyoruz. Kişinin defter ve bilgileri gizlemesi sonucu buna ilişkin olarak verilen hürriyeti bağlayıcı ceza öngörülmüş. Kişi defter ve bilgileri ibraz etmekten kaçınması halinde hapis cezasıyla karşı karşıya kalmakta. Fakat kişi, vergisini ödemiş, defter ve belgelerini tutmuş, vergisini, gelirini beyan etmiş olabilir. Buna rağmen kişiyi hala hapis cezasıyla cezalandırmak ölçülülük ilkesinin üç ana başlığına baktığımızda gerekli ve orantılı görünmüyor. Vergi vermeyen, defterlerini tutmayan, belgelerini ibraz etmeyen, beyanname vermeyen kişi yalnızca para cezasıyla cezalandırılmasına rağmen sadece defter göstermekten kaçınan birinin hapis cezasına çarptırılması ölçülülük ilkesine aykırıdır.
[1] TAYLAR Yıldırım, Ölçülülük İlkesi Bağlamında Vergi Ziyaı Cezasının Anayasaya Uygunluk Sorunu s.148
